Son zamanlarda neredeyse her gün kadın cinayeti haberi gündeme gelmekte ve gün geçtikçe şiddet artmaya devam edip aynı haberlere üzülerek tanık olmaktayız. Şiddet ve kadına karşı şiddet bütün sosyo-ekonomik düzeyde karşılaşılan evrensel bir olgudur. Cinayetlerin temelinde şiddet ve saldırganlık eğilimlerinin etkisi görülmektedir. Saldırganlık eğilimi önlem alınmazsa yaşanarak birikir ve sonunda bu davranışlar cinayet eylemine dönmektedir. Birçok kadın cinayetinden sonra şiddet eylemleri yaygınlaşmakta ve bu olağan bir sürece dönüşmektedir.
Türkiye’de son 10 yılda şiddetten ölen kadınların sayısı 2828’dir ve cezai yaptırımların ağırlaştırılmamasından dolayı her yıl bu sayılar artmaktadır. 2019 yılında ise şu ana kadar 391 kadın şiddetten dolayı öldürülmüştür. 391 kadının 100’den fazlası aile üyeleri tarafından öldürülmüştür ve kadınların, en sık vakit geçirdiği kişiler tarafından öldürüldüğü gözlemlenmektedir. Son yıllarda gerçekleşen kadın cinayetlerinin yarısından fazlasında ateşli silahlar kullanılmıştır. Öldürülme sebepleri ise eşlerinden ya da sevgililerinden ayrılmak ya da boşanmak istemeleri ve erkeğin özgürlüğünün kısıtlanmasıyla hâkimiyetinin ortadan kalkması olarak görülmektedir.
Saldırganlığın kökeni için farklı yaklaşımlar vardır. Bunlardan biri saldırganlığın güdüsel olarak geliştiği ve ihtiyaçları karşılanmayan insanların bu durumlarda saldırgan eğilimlere başvurması, diğer yaklaşım ise insanların bu davranışlarının çevresel etkenler ile şekillendiği yönündedir. İnsanların en güçlü öğrenme biçimi sosyal öğrenmedir. Kişi, çocuk yaştan etkilenir, öğrenir, rol alır ve kimlik kazanır. Saldırgan eğilimlere sahip olan ailedeki çocuk, şiddeti normalleştirir ve yaşam pratiği olarak şiddeti zamanla her alanda kullanmaya başlar.
Bazı bireylerde toplum kimliği çok önemlidir ve toplumda var olabilmek için saldırgan davranışlar sergilemektedir. Bu kişiler, yaşam alanlarının tehdit edildiğine inandıklarında kendilerini korumak için hem aile bireylerine hem de sosyal çevrelerine hâkimiyet kurmak adına saldırgan davranışlar gerçekleştirirler. Bu da kadın erkek ilişkilerinde daha fazla yaşanmaktadır ve şiddetin sonu cinayetle sonuçlanmaktadır.
Kadına şiddeti uygulayan kişilerde görülen ortak özellikler eğitimsizlik, öfke kontrolünü sağlayamama, çözüm yollarında eksiklik, engellenmişlik duygusu, aile içi iletişim eksikliği, sıklıkla engellenme ve cezalandırılma, özgüven ve ilgi eksikliği, madde ve alkol bağımlılığı, antisosyal kişilik bozukluğu, tutarsız yaklaşımlar olarak söylenebilir.
Saldırgan tutumlar ve cinayet davranışı en çok kadına karşı gerçekleşmektedir. İnsanlar gün içinde birçok sorun yaşamakta ve gerek iş hayatında gerek sosyal çevrede problemleri olmaktadır. Hiç kimse yaşadığı bu problemlerin sonucunda saldırgan tavırlarla deşarj olmamalıdır, bu kabul edilebilir bir durum değildir. Şiddet toplumsal bir olgudur ve toplum şiddetten beslenmemelidir. En küçük bir şiddet bile olsa bu durum karşısında susulmamalıdır. Öğrenilmiş çaresizlik, yoğun korku, panik, ümitsizlik, ağır yaralanmalar, travma sonrası stres bozukluğu ve depresyon gibi psikolojik problem yaşamadan, şiddete uğrayan kişiler çevrelerindeki kişilerden yardım talep etmeli ve 183 numaralı telefonu arayarak da durumunu bildirmelidir. Kişiler, bir uzmandan yardım almaktan da kesinlikle çekinmemelidir.